Bir adam düşünün; oldukça yaşlı, karısı yeni vefat etmiş, çocukları dahil herkes ile arası çok kötü, savaş gazisi, huysuz, tamamen eski kafa ve milliyetçi. Ve bu adamın bir tüfeği, bir köpeği ve bir Gran Torino'su var...
Clint Eastwood'un kendi yönetip başrolünü oynadığı filmde yine kendisinden bir çok şeyler katıyor ve bir Eastwood izlediğinizi hissediyorsunuz. Karısının ölümüyle başlayan filmde Walt Kowalski komşuları ve ailesi dahil kimseyi yanında istemeyen evinin bahçesindeki banka oturup bira içerek hayatını geçiren bir adam.
Savaşta yaptıkları yüzünden kendisini suçlu görüyor ve çareyi kendini insanlardan soyutlamakta buluyor. Karısı tarafından kendisine yardım etmesi vasiyet edilen genç Peder bile onun iç dünyasına yaklaşamıyor.
Fakat yan tarafta bulunan Uzak Doğulu ailenin genç çocuğunun başına gelen olaylar ve çeteler tarafından ezilmesine seyirci kalamayan Kowalski, buna göz yumamıyor ve aileye yardım etmeye başlaması ile çeteyi karşısına alıyor.
Böyle bir psikolojiye sahip birini tamamiyle gerçekçi yansıtan Eastwood karakterle bütünleşmenizi epey kolay kılıyor. Onun umutsuzluğunu, komşu ailenin acısını içinizde hissediyorsunuz. İzlediğim filmlerindeki sonlarıyla beni hep sarsan Eastwood bu alışkanlığını Gran Torino'da da elden bırakmıyor ve bizi can evimizden vuruyor. IMDB'de 8.2 puana sahip olup her kesimden oldukça pozitif yorumlar alan film kesinlikle izlenilmesi, izlenip düşünülmesi gereken yapımlardan.
0 Yorumlar